SANATIN DA ŞİDDETİ Mİ OLUR HİÇ?

12:33




Tarihte krallıklar, imparatorluklar, devletler şiddet sahnelerini; iktidar güçlerini, zaferlerini, düşmana gözdağı vermek, zenginliklerini göstermek amacıyla sanatı çok kez kullanmışlar. Mitolojiden alınmış konular, savaş sahneleri, ölüm gibi konular sanatçıların kişisel üslupları ile yansıtılmış olsa bile eleştirel olmaktan uzaktırlar aynı zamanda. Şiddet konusu sanat tarihinde çok değişik amaçlarla çok değişik biçimlerde sanat yapıtlarına yansıtılmış. Yansıtılmaya da devam etmekte.

 Örneğin 'ruhumuzun gıda'sı olabilen müzik, insanlık trajedisini (savaş, yoksulluk, ölüm) aktaran temalarla doludur. Ama bunun yanında müzik, şiddetin arka plan müziği, marşlar aracılığıyla saldırma, yok etme veya saldırılara karşı korunmayı pekiştirici de olabilmektedir. Ya da çok duygu yüklü olup kimi zaman sevginin kazandığı kimi zaman da ayrılıkların yaşandığı bir tema. Şiddetten korunmak için mimarideki köprüler, kaleler vb. inşa etmişlerdir. Yahut aşk bahçelerini süsleyen güller olmuştur. Her ne olursa olsun bu tarihsel süreçte ve günümüzde birçok şey müzik gibi simgesel biçim özelliğini kazanmıştır. Ve her olgu gibi farklı simgesel biçimlerde doğacaktır. Fakat konumuz şiddet olduğundan dolayı bu yazıda sevgiden, aşktan, kardeşlikten, komşuluktan ya da dostluktan bahsetmek biraz abes kaçabilir. Adı üstünde “Şiddet”. Ne kadar güzel olabilir ki. Gündelik hayatımızda öyle ya da böyle muhakkak karşılaştığımız ve mümkün mertebe hiç mi hiç karşılaşmak istemediğimiz kötü, çok kötü bir şey. 

Doğa'da insandan bağımsız olarak şiddet yoktur; ama toplumda vardır. Tıpkı sevgi ve barış gibi, kin ve nefret de insanın beraberinde taşıdığı bir özelliktir. Doğa'da sanat da yoktur, o da insanla birlikte var olmuştur. O halde şunu diyebiliriz ki, etik ve estetik çerçevede oluşan şiddet ve sanat bir arada yaşarlar, zaman zaman da örtüşürler. İkisinin kesişme noktalarının birbiri üzerine yansımalar, birinin öteki adına kullanılması rastlantıdan öte, birey-toplum ilişkilerinin tarihinde kaçınılmaz olarak gündemde kalmıştır. Sanatta insana dair değerlerin tümü yer alır. Sanat, soylu ve yüce duygular (sevgi, barış, aşk, dostluk, sempati, hayranlık vb.) kadar, kin, nefret, kıskançlık ve daha çoğunu elde etme gibi tutkuların da yansıması olmuştur. Her şeyin yansıması… 

Eee.. Peki sanatın şiddeti neydi? ”Sanatın şiddetimi olurmuş hiç” gibi soruları duyabiliyorum. Evet, sanatında bir şiddeti var. Elbette sanat bir bağlamıyla kurgudur. Kurgu aracılığıyla gerçeği anımsatır, anlatır ya da anlattığı kanısı uyandırır. Sanatın şiddeti hem kendisidir hem de içerdiği iletidir, beklentidir. Özgünlük, yenilik, üslup şiddettir. Sanat insana dolaylı ya da doğrudan dokunur, sarsar. ”Beethoven ve Wagner şiddettir. Darwin, Marx ve Freud şiddettir. Hatta Galileo ve Einstein’ da şiddettir” diyor Ahmet Oktay. Benimde en çok sevdiğim sözlerinden biridir. Paylaşmadan geçmek istemedim. Hele ki böyle bir konuda.

 Bugün hemen tüm alanlarda hem de sanatta değişen gerçeklik olgusunun yarattığı bir kaos ortamında yaşıyoruz. Görsel bombardıman altındayız. Artık neyin gerçek, neyin sahte olduğu ayırt edilemez durumda olduğunu da biliyoruz. Yaşam eskiden sanata benzemek isterdi, bugün ise sanat yaşama benzemek istiyor. Yaşam ile sanat arasındaki sınırların kaldırılma iddiasının bağlamı inandırıcılıktan uzak. Sanat yaşama benzedikçe sanat olma özelliğini yitiriyor. Sanatta şiddetin, cinselliğin ve etiğin sınırları can alıcı bir yerde duruyor ve çözümsüzlük devam ediyor. Kim bilir bu çözümsüzlük nereye kadar gidecek…

Nilgün Odabaşı
Marmara Güzel Sanatlar

1okur1yazar.com

You Might Also Like

0 yorum

Popular Posts

Subscribe